Pazar, Aralık 24, 2006

ayrılmak



***tesadüf, rastlantı, denk düşme,
zaman, mekan...
yollar biryerde kesişir...


***yol gider...adımlar gitmez...
alevler sarar...ateşin çıkar...
kramplar girer...kelimeler karışır...
gözlerin kamaşır...

***konuşmaya başlanır...saatlerce...
annattıkça annatasın gelir...
bakılır... gözler alıcıdır...


***zaman geçer...kelimeler akışkan...
nekadar da çok annatacak şey var!...
bitmesin bu konuşulanlar!!?...
anlam bitmesin...aşk????


***daha çok annat bana seni...
beni sen yap...
vaz geçme konuşmaktan...
sarım sarım sarılmaktan...

***yanan konuşur...
diğerinin gözleri kapanır...
belkide uykusu gelmiştir...
belkide dinlemeken yorulmuştur...

***uykuya dalan uyanır...
kıyamaz onun kurduğu hayallere...
uyanan da hayallere dalar...
ne güzel..elele kaçmak...
uzaklarda koyun koyuna uyumak....
göz göze diz dize denizlerce öpüşüp durmak...

***zaman geçer...
ne kadar da çok konuşuldu...
gerek var mıydı?...
bi zamanlar yabancıydı...
şimdi canım...gizemini tükettim...
canım ama gizemsiz...
bildiim...benden...
ben zaten kendimden bıktım...
bir ben daha??....
alevler azalır...
bu rüzgar tanıdıktır...

***kararını vermiştir "sönen"...
bi tane daha kendinden istemez...
canını koparır...canında bırakır...
akıttığı göz yaşları yanan alevi sönüm sönüm söndürür...
közü soğutur...
"sönmeyen"...şaşkın...
sona geldiğini bilmeden dibindedir alevinin...
"sönen" yüzünü döner..
"sönmeyen" son bir gayret,
ateşini tutup dönen yüzü görmeye çalışır...
yüz dönmüştür..


***"sönen" ,
yüzü gibi adımlarını da
durduğu yerden yoluna doğru çevirir...
duran adımlar yolluna arkadaştır artık...
"sonra sönen" gidenin ardından bakar uzun...
göz yaşları ateşini sönüm sönüm söndürür...
adımlarının durduğu yerde eşelenir biraz yüzü yerde,
giden adımların durduğu yerde...
"sonra sönen" yavaşça döner...
adımları yoluna arkadaştır artık...

(dan franck'in ayrılmak'ından sonra kendime ve kitaba ithafen tekrar)

Perşembe, Aralık 21, 2006

orda mıyım?

*
an
an ve an
hızlanan zaman
yol alır göz kenarlarımdan
parmaklarımın ucundayken ses telleri odamın
nameleriyle yollara çıkmak bu roman
git git durmaz hiç git git
sayfa sayfa dolanan
uyanılmayacak
hiç bir zaman
bu rüyadan
*****
***
*
***bazen saklanırım...bağlantılarımı da koparmak isterim herşeyle herkesle...ama bu istek uzaktan uzağa küçük bir delikten neler olup bittiğini izlememe engel olmaz...haberdar olmak, bilmek istemek en doğal hakkımdır...insan sosyal bir varlıktır ya (bende insansam.!), böyle öğretilmiştir ya bize, ki doğrudur bu bence, bu yüzden öğrenmek isterim hep hep hep...ne kadar uzaklara saklandıysam, yada ne kadar uzaklara gittiysem baktığım delik küçülür...ama asla kapanmaz...kapandığı anda kimliksiz hissediyorum kendimi...hiçsiz kadar hiç...
***sadece insanlarla konuşmak, gezmek dolaşmak gibi algılanmamalı bu saklanma...düşünmemek demek bu saklanmak...hiç bir şeye karşı sorumlu olmak bu uzaklaşma bu kaçış, anlamsız bir yüksüzlük getiren bişey kendi kendime...buna ne derseniz deyin...görmemezden gelmeler, adamsendeler, alemler, içmeler sıçmalar...hepsi bir...
***deve kuşu kafasını sokar yerin bin kat! dibine hesabı...
***yüzleşmek gerek bir yalanın içinde yaşamaya başlamadan önce...yüzleşmeliyim, yüzleşmelisin...baktığın deliği büyütmelisin....gerekiyorsa kumaşı yırtmalısın delik büyüsün die ey çocuk...
***çoğu zaman isimsiz, anasız babasız bi piç gibi olduğundan ve keybedecek birşeyi de olmadığından bu saklanma hissinin içimdeki ne yapacağı belli olmaz...ceset torbası gibi sarı verir her tarafımı...bilemem ama bilmeliyimdir...saklanmaktan kaçmalıyımdır, sınırları aşmalıyımdır, bilmenin bi tarafına koymalıyımdır,yukarılara çıkmalıyımdır...sıradanlığımdan sıyrılıp senden daha farklı olmalıyımdır...
***her kapıyı açan bir anahtar olmak gibide bişeydir bu kaçışlara karşı olma durumum...şöyleki: kaybolan anahtarların hangi kapıyı açacağını bilme olasılığım bir bölü dünyadaki bütün kapılarsa, hiç bir zaman kaybolmayan ve her kapıyı açan bir anahtara sahip olmak ne kadar da güzel olurdu...hım güzel...güzel bi roman konusuymuş bu...:D
( bu yazdıklarımı okuyup banaküfretmeyiniz ne olur kuzum...kendimle muhabbetime tanıklıktır anladıkların...bi b.k annadıysan...:)...)

Pazar, Aralık 17, 2006

akıl yürür

***yorulmalı ki dinlenmenin ne de güzel bir şey olduğunu unutmamalı...
***neşeli olmak mutlu olmak mıdır?...değildir gibi...aslolanın mutsuzluk olduğuna dair bişeyler okumuştum geçenlerde ama baya bi geçenlerde ...mutsuzluk var olan gerçek süreç, arada mutluluklar serpiştiriliyor gibi...mutluyum ülen diyen adamın mutsuzluğunu daha derine iten bir mutluluk durumu oluştuğu için aslolan mutsuzluğunun aklıma gelmediği aynı herhangi bir yerinizdeki acıyı başka biryerinizde hissedeceğiniz daha şiddetli bir acı ile unutacağınız gibi...migren ağrılarının hafifletme yöntemlerinden biri bu bir önceki cümlede bahsettiğim...sanırım bu mutsuzluk durumunun baki olma ihtimali yüksek...ama ben bunu mutsuzluk olarak tanımlayamam...evet mutluluğun aslolan olmadığını arada bir olduğunu aslolanın daha başka bir durum olduğunu o yüzden mutlu olmak için yaşamanın gereksizliğini savunabilirm...ve mutsuzluk denen sürecide insanın kendi ile olan kavgaları, çelişkileri, karar verme anlarının bütünü olarak değerlendirebilirim ki böyle anlarda kendinizi nasıl hissettiğinizi düşünün...mutlu mu???...e hayattta çoğunlukla bu anların bütünü olduğuna göre...mutluluk amaç olamaz....mutlu olmak için yaşanmaz...hayatın kenidisine karşı koymaktır, hiç bir zaman kar yağmıyacağını yada her günün güneşli geçeceğini varsayarak yaşamaya çalışmak gibi olur mutlu olmayı amaç edinip yaşamak...yanılsamalar içinde zaman akar falan....
***okuduklarımı, izlediklerimi hatırlayabilen bi adam değilim...bazen düşünürüm madem hatırlayamıorum neden okumuşum onca...neden akıl yürütmüşüm hakkında ne okuduysam ve neden zaman harcamışım die...sonra şu sonuca varırım: düşünme biçimimi yönlendirir bütün bu birikimlerin her ne ise onlar...tamamen soyutlaştırıyorum okuduklarımı ve bir biçimde sinir ağlarımda dolaşmaya başlıyorlar... zamanı gelince kararverme mekanizmamın işleyişinde görev alıyorlar...evet hepsi bu işe yarıyor işte...karar verme sürecini uzatan bir etken belki yapılan, işlem sayısı artıyor tabi usta ama çıkan kararların mantıklı olması bekleniyor...ömür periyoduna düşen ortalama karar sayısını da düşürüyorum tabi istatiksel olarak..:P
***ne gerek var böle akıl yürütmelere di mi?...laf oluyo işte...
***insan kedisini de özlermiş...daha ne değişik duygular hasıl olacak acaba...du bakalım...badem grubu çalıo şimdi aklıma geldi kerata...

Perşembe, Aralık 14, 2006

gün

***iki sunumum vardı bugün...ilki sabah...yer bilgisayar lab'ı...usb belleğimi bilgisayarın usb portuna soktuumda makine kitlendi...oanda bir önceki akşam hazırladıım pps dosayasını ve mutfakta kendi kendime sunumu yaptıım anı hatırladım...makine çakıldı...sunumu yapamadım...ertelendi...iyimiydi? kötümüydü? bu durum...biraan önce bitip gitseydi işte...
***ikinci sunumum öleden sonra...bunca yıllık eğitim hayatımda hiç bu kadar anlamadıım bir konu daha olmamıştı...bütün kavramlar havadaydı...anlayamıordum...üstüne düşmem gerekiodu ama bunun için o kadar zamanım yoktu olsada o ders için o kıymetli zamanı harcamak içime sinmedi...ama yinede bişeyler yapmaya çalıştım...bu sefer kendi bilgisayarımdı bağlı olan projeksiyona ve çalıştıracaım pps dosyasını birinci sunumdan çıktıktan sonra gireceim dersin prof. hocası olmadıından boş zaman bulup gittiim kütüphanede hazırladım...senelerdir kütüphanede ders çalışmamıştım...güzel bi histi...okumak ve çalışmak için daha iyi bi yer düşünülemez kütüphaneden başka...herneye sunuma başladım ve bütün havada kalan kuramlar tanımlar ve formüller havada uçuştu...anlattıklarımdan hiç bişey annamadım...hoca da tabii :)...özümseyemediimi söyledi..haklıydı...özümsemek falanda istemiordum zaten...
***bütün bunlar olurken aklımın bir kenarında sürekli son 70 sayfası kalan olasılıksız'daydı(bknz bi önceki yazım)...
***kadıköyde işlerim ve başka başka işlerim olmasına ramen okuldan çıkıpta durağa geldiimde eviminönünden geçen otobüsün durakta olduunu görünce dayanamayıp bindim...kadıköy'ü ektim bu hafta...evime gittim...karnımı doyurdum...
***geçenlerde beşiktaş-üsküdar motoruna bindiimde masalı koltuklardan birine oturup sırt çantamı masaya koydum...karşımada 20 yaşlarında bi genç oturdu...eleman telefon etti birilerine konuşmaya başladı...hani konuşurken eller doru durmaz da yazıp çizer bi kalem bulursa ve kağıt, yada telefon fordonuyla oynanır artık kordon yok ama yani meşguldür eller...eleman çantamın orasıyla burasıyla oynamaya başladı...cepleri, ipleri falan var onlarla
oynaşıo konuşurken...ülen dedim noluyoki...görmemezlikten geldim sonra...kötü bişey diildiki..."yapma lan eline ayaana hakim ol" die çıkışmanın hiç mi hiçgereği olmadıını düşündüm yada "lütfen elinizi çantamın iplerinden çeker misin!!" gibi daha insanı bir tepki veröek bile gereksizdi...oynadı oynadı telefonu kapattı ve artık elini çekmişti...

Cumartesi, Aralık 09, 2006

oku bak neler olmuş...



***yıllardır duyarım bu şarkıyı(şu anda radyoda çalıo, ntv radyo da)...adını ve kimin söylediğini bilmiyorum, ve hep kulak ardı etmişim şu ana kadar..şu an dinlemek o kadar güzelki...sessiz ev, yalnız ben ve müzik...tanrım ne kadar güzel...:)...kendimi ne kadar zincirlenmiş hissetsemde son zamanlarda, işte ara sıra bana kanat takan anlarda bu zincirlerin ruhumun bileklerinde bıraktığı acıyı hissetmiyorum...ben zamanı seviyorum..zamanı kendime harcamayı seviyorum...müzik bunun bi yolu...
***"olasılıksız" demişti bi ark(bilir o kendini!)...okuyorum şimdi,merakla ve istekle...son zamanlarda yapmak istediğim tek şey kitap okumak buna zaman bulmak, ayırmak...kitaplara gömülmek...çıldırıciiim...
***konuşmak artık eskisi kadar kolay değil...konuştuğumda ağırlığı da eskisi kadar hafif değil...konuşulan için aynı kelimerle kurulmuş cümleler gibi gelsede, o cümleler süzülüp gelenler...bağlaçların bile kendine has anlamları oluşmaya başladı...
***ayrı yazılan -de -da larla problem yaşıyorum bazen...şöyle öğrenmiştim ben: eğer anlamı bozuyorsa ayrı yazacaksın...bu anlamı bozma olayı bazen de beni bozuyo...
***hasta olmuyorum ülean die kendi kendime hava atmaya başladıım dönemlerin akabinde şerefsiz virüsler gaza gelip vücudumu ele geçirmeye çalışırlar...gaza getiririm onları, düelloya davet ederim...kırmazlar beni tabi, hemde koştura koştura gelirler...eksik olmasınlar...bir haftadır savaş devam ediyor...ilaç kullanmama inadım sürüyor ve beni yatıramadı ama yoruyor...sesimin tonu değişti, sadece bi gün burnum aktı...ama yeniyorum az kaldı...iki bardak daha greyfurt suluk ömrünüz var virüsler!!..bekleyin...
***gözlüklerimden sıkılmaya başladım...gözlüktakmak artık bir alışkanlığa dönüştü...gözlüksüz olamıyosun...zaten gözlüksüz göremediğim için olamıyorumda doğal olarak...ama sıkıldım biraz...yanımda sürekli gözlük kabı ve gözlük bezi taşımam gerekior veuzun zamandır modeli aynı olan gözlüğüm artık bana çekici gelmiyor...evlilik sendromu gibi dimi?!..halbu ki ne güzel başlamıştı ilişkimiz...izmir'de lisedeyken arkadaşlarla devlet operasına, saraydan kız kaçırma'ya gitmiştik...ortam loş tabi haliyle ve yerimiz baya bi arkadaydı...oyun başladıktan sonra arya söyleyen sanatçıların yüzlerini ve ağız hareketlerini seçemiyordum, bide söylenen aryalar ne kadar türkçe söylense de ne söylendiğini anlamadığımdan olaydan bi bok annamamıştım ve yanımdaki hatun kişilere de çaktırmamaya çalışmıştım, amanın süpermiş ya opera falan diyerek...ama gel gör ki göremiyordu gözlerim...işte böyle başladı ilk gözlük takma maceramın karar aşaması...yaklaşık 10 sene önce belki daha fazla..fazla fazla...
***dersanede hoşuma giden bir edebiyat hocası vardı...en arka sırada otururdum ve derslerde ulan ne güzel hatun beaaaa diye diye ders dinlerdim...pek anlatamazdı ama ben annardım..he he...gözlüğü aldıktan sonra artık gözlerim görüyordu ve dersane hocam birden balkabağına dönüşmüştü...ayağına bir türlü merdivenlerde tek kalan ayakkabı uymuyordu...rüya bitmişti...artık eskisi gibi iyi dinleyemiyordum desleri...
***çantamın ön gözüazına kadar doldu...hastalandım ya...mendil falan tamam da bi tek lipstick eksikti...ulan hatun çantasından beter oldu ya...binbir türlü zamazingo...olmuyoda yanıma almasam...çantacı bi insanımdır ben...çanta fetişistiyim yani...
***bu arada bu gün yazıyorum ya aslında yapacak çok daha önemli işlerim var...şu yazmam varya tamamen, sınavı varken ders çalışamayıp ütü falan gibi saçma sapan işlerle uğraşma tribinden başka bişey deil yani...sunumum var sunumum...girecek haberin yok unut olm...
***girsin yaaa...ne girmedi ki..daha neler girmayecek ki...(bak bu -ki ler tamamen ayrı yazılmalı işte )...
***fazla da vicdan azabı çekmenin bi anlamı yok galiba...:)

Çarşamba, Aralık 06, 2006

unut'ma!


"Vurulduk ey halkım, Unutma Bizi
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık, Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük Dövüldük, vurulduk, asıldık... Vurulduk ey halkım, unutma bizi Yoksullugun bükemedigi bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez, İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarimiz, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi. Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında iskencecilerin acimasiz ellerine terkedildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarimizi fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi. Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attik önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük. Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük. Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi. Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle, başlarımızı ezmek kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi. Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi.
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi.
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
ÖFKELERİNİ BİR GÜN BİLE KARŞISINDAKİLERE BAĞIRMAMIŞ İNSANLARIN GÖZLERİ ÖNÜNDE ÖLDÜRÜLDÜK.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına. Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler. Korkmadan öldürüldük ey halkım, unutma bizi. Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi. Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkim unutma bizi. Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz simdi hep birlikteyiz
ey halkım, unutma bizi. "
UĞUR MUMCU

Cuma, Aralık 01, 2006



Kabus

Mavi takımlı cüce…

Her tehlikede canım burnumdayken, neler olduğunu anlamaya çalışırken ve korku içindeyken, dokunamayacağım uzaklıkta ama çok net görebileceğim yakınlıktan bana sırıtıyordun.

Seni bir daha göreceğim gibi bir his var içimde…

Pis kabus gördüm annıcanız…
eXTReMe Tracker