parmak uçlarım sevişirken
söz verdiğim gibi geliş hikayemi yazmak isterdim...ancak, yazamadım...binbir türlü neden...hani olur ya yeterince istememek...o isteğin önüne geçen binbir neden...düşünün kısacık bir hikayemi anlatmamı engelleyecek belkide üşengeçliimi destekleyecek birsürü neden olmuş...bu aralar ben neler yapmışım?...fiziksel yer değiştirmem sıfır...ama aklımın, beynimin içi fıldır fıldır...kimi zorunluluklardan doğan zaruri düşünceler,kimi fantaziler, kimi düşler, kimi erdemler...topu topu hepsi bi ben...sadece bi ben kadar...bense benim kadarım benim için ölçüsüz...bunları okurken benim fındık kadar olduumu düşünüosan fındık kadar belki de fare boku kadarım...topu topu ben kadarım...bu günkü yazma şerefini acaba yemekten önce tabii ki aç karna içtiim iki kutu biraya mı bağlamalıyım, yoksa çok mu canım sıkılıor...birinden biri doğru,ancak şunu bil ki biraları içeli 3 saat oldu ve ben biraz önce bi fincan koyu kahve içtim...ancak şunu da eklemeliyim yazma fikri aklıma kafam çakırken geldi ve çıkmak bilmedi...15-20 dakika kadar fotoraf aradım bu yazdıklarıma eşlik etmesinde sakınca görmeyeceim, ve daha sonra pinhani ye eşlikettim ...şimdi de parmak uçlarım olması gerektikleri yerde mi emin deilim ama, klavyedeki harflerle ön sevişmeye başladılar...bu arada edward münch ün çığlık tablosunun van gogh a ait olduunu sööleyip duran(şu anda baarıyo) ve bana inanmayan ev arkadaşımın üstümde yarattı hafif bir gri gülümseme hissi ve sinir harbi bütün bu sanal ön sevişmenin kanının beyne geri çekilmesini sağlamaktan başka bi işe yaramadı...müziin sesini birazdaha açmalıyım ve hatta kulaklıımı takmalıyım avazı çıktıı kadar baarmalı ki kulaımın dibinde beni tenimin hissettiiği uzayın gerisinden uzak tutsun...parmak uçlarıma dönmeliyim..tekrar ve tekrar ve tekrar...ve yazmalıyım elbet sen okuyasın die...onca şey düşünürken bazıları o kadar çok hoşuma giderlerki aklımın içinde tutarım ve fare gibi oynarım onunla kediyim ya ben...ve derim ki bunu yazmalıyım birilerine anlatmalıyım, ama öle olurki o anda not almalısındır yoksa uçup gider...aynı üstünün başının bi yaz günü ıslanması gibi kuruyup gider, izi bile kalmaz, sen ıslandıını üstün başın biraz önce ıslak olduunu unutur...notunu almalısındır,fotorafını çekmelisindir anların "unut"!...yoksa unutursun boşuna mı adını "unut" koydum ben senin...unutma diye...herneyse...onca düşüncenin içinden seçilen,oynanan, damıtılan ve neredeyse bi öğreti başlangıç fikri olabilecek niteliğe evrimleşebilecek kıvama gelmiş çırpınışları unutarak kendi varlığımı her seferinde inkar etmekten başka bi işe yaramıyorum şu son zamanlarda...özellikle son zamanlarda çünkü bu farkındalıı son zamanlarda edindim, bu edinimden önce neler olmuştu kim bilir?tabiki ben deil...aslında dönüş hikayemi yazamamamın en büyük nedenlerinden biride bu unutkanlığım...yolculuğuma dair hiç bir fotarafım yok,ve anlatmam, betimlemem gerek her an o fotoraflara okadar bağlı ki...bir fotorafı kendisi gibi anlatabilecek bir yeterliliğe daha doğrusu yeteneğe sahip değilim,bu nedenle sözcükler yok...unutulan fotoraflarla, unutulan düşünceleri aynı kefeye koyduumu farkettin sanırım...dedim ya anları not etmek gerekio benim için artık, analatabileceklerimi yazmalıyım, anlatamaycaım anlarınsa fotorafını çekmeliyim...anlatabileceim anları not adıktan sonra anlatmak istediim insana, ki bu insan sayısı 0-1 arasında değişken bir değerde, anlatıp durmalıyım ya da fotorafları yazmalıyım dolayısıyla buralarda (blog) dolaşmalıyım...okumayan senler için bile dolaşmalıyım...
3 Comments:
naptın kuzum sen!
e be unut nolcan sen böle?
ayaklarının altından kaçan yaprakların fotografını mesela unut..
onları unutma
Yorum Gönder
<< Home